Ana Sayfa - TR Kangal Forum

Tam Versiyon: Türkiyede Yaşayan Nadir Hayvan Türlerimiz Lütfen Okuyup Paylaşalım
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7
Yöreden Kayitlarla devam ediyoruz;

Aydin -Mugla yöresi; BESPARMAKDAGLARI Sene 1948


BEŞPARMAK DAĞININ ÇİÇEĞİ ;

15 sayılı kıymetli mecmuanızda Süreyya Levent'in 'İskenderun Kıyılarındaki Avlardan' bahseden yazısını büyük bir zevkle okudum. Bu gibi kalem sahibi arkadaşların yazılarını esirgememelerini rica ederim. İskenderun avlarından bahseden avcı arkadaşımız, yazının bir noktasında Dörtyol'un sarp dağlarında pars bulunduğunu ve buna oralıların kaplan dediğini, yani kaplan olmayıp pars demek istemesini hoş görmedim. Memleketimize gelen İngiliz, Fransız, İtalyan gibi yabancıların, derilerini bizden yüksek fiyatla aldığı bu hayvan hakkındaki noksan bilgimizin gezete ve mecmualara aksetmesine karşı müsamahakar davranamıyorum. Çünkü, yabancıların bizleri tayip etmelerinden çekiniyorum. Şimdi gelelim pars meselesine: Deve kelimesi tüylü ve tüysüzünü, hatta çifte hörgüçlüsünü ve sığır kelimesi de nasıl ki boğa, öküz, inek, dana, düveyi yani bunların heyeti mecmuasını ifade ediyorsa, kaplan kelimeside Aysa'da yetişen tiger, panther, leopard, jaguar' ı ifade eder. Türkçede pars dediğimiz Fransızcada leopardır. Tiger çizgili, diğerleri beneklidir. Görülüyor ki kaplan familyası dört nevidir ve bunların dördü kaplan kelimesiyle ifade edilir. Hepsinin vücut teşekkülatı kedinin aynıdır. Bizde olanlar panter ve parstır. Sahilden itibaren kırk milden içeri geçmez. Bu iki cinsi beneklerinden tefrik zordur. İlme istinat etmeyerek benim cesetler üzerinde yaptığım tetkikata göre panterin kafa kemiği üzerindeki et, derisi alındıktan sonra 7-10 santim, parsın kafa kemiği üzerindeki et, 2-3 santimdir. Beş yaşındaki panterin büyüklüğü kuyruğundan burnuna kadar üç metre altmış santimdir. Ağırlığı 90-100 kilodur. HatipKışlalılar dört metreliğini vurarak derisini sayın İnönü'ye hediye etmişler; ben görmedim. Pars, iki metre kırk santimdir. Ağırlığı 60-70 kilodur. Merhum Çolak İbrahim Bey'in Milastaki maden işlerine bakan Bakırköylü Bay Halil'e tahnit edilmiş bir halde verdiğim parstır. Teşebbüs ve tertibimle vurulan ve halen tahnit edilmiş bir halde İzmir Avcılar Kulübünde bulunan iki kaplan panterdir. Bir panter Kayabaşı köyünden Murad'ı yaralamış, Türbe köyünden Ali Çavuş'la Hatipkışlasından şimdi adını hatırlayamadığım diğer birini 14-15 metre mesafeden sıçrayarak yakalamışlar. Tiger' e, kaplan denmesine sebep olan hususun eğer İngilizce, Fransızca lugat ve kitaplarda okuduğumuz vechile aç veya tok, gördüğü insana saldırması ve yemesi ve bizdekilerin insan yemeyişinden ileri geliyorsa, bu da doğru değildir. Dikkat isterim, hakikat yazıyorum. Yazılarımda ifrat, tefrit yoktur. Biz, göz göre göre adam yedirmeyiz. Hatipkışlalı müstesna, arkadaşlardan herhangibiri kaplanın eline düşerse, bu defa kaplan bize değil, biz kaplana saldırırız. Benim bildiğim iki defa saldırdık. Adetimizde, huyumuzda böyledir. Evet, lugat kitapları bir noktada doğruyu yazmaktadır. Çünkü bütün erbabı ilmüfennin tetkikleri, tigre'lerin bulunduğu ülkelerdeki hadiselere müstenittir. Bu tiger'lerin bulunduğu ülkelerdeki halkın heyeti mecmuası ise müstemleke halkıdır. Ben iyi bilirim: Hindistan'da oduna gidenler köy kenarındaki kulübeden tahra ve baltayı alırlar. Avdette o tahra ve baltayı kulübedeki adamına teslim ederek köylerine girerler. Bu zavallı köylüler, köylerine uğrayan tiger'i İngilizlere ve İngiliz karakollarına haber vererek öldürürler. Kendileri her türlü müdafaa vasıtalarından mahrumdurlar. Tabanca ve bıçağı rüyalarında bile görmemişlerdir. O havalide tiger için en tehlikesiz ve zayıf hayvan insandır. Geceleri domuz vesaire beki yapan avcılar bilirler. Bilimum hayvanatı vahşiye can korkusuyla maruz kalacağı tehlikelere karşı aklıllara hayret veren tertibat alırlar. Köleler, zavallılar diyarında ne tehlike var ki pervasız gezmesinler. Bir kaplan bir domuzu öldürmek için 10 - 15 dakika uğraşabilir. Çünkü, onunda kendine göre müdafaa silahı var. Fakat müdafaadan mahrum bir insanı öldürmek için bir-iki dakika kafidir. Bir insanı dakika değil saniyesinde yere serdiğini iki defa gördüm. Her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum, halkı ile hür ve müstakil yaşamağa alışmış ve bunun için ölmüş ve öldürmüş bir insan arasındaki farkı, akıl ve mantığa dayanarak mukayese ediniz. Tiger, eğer müstakil memleketlerde hür yaşayan insanlar içinde olsaydı, barınacağı yer mutlaka bizde olduğu gibi insanlardan uzak kesif ormanlardaki kaya dipleri olurdu ve başka türlü de yaşayamazdı. Hindistan bu sene istiklaline kavuştuğuna göre askerlik, hür müstakil yaşayabilmek kaygıları dolayısıyla halk, silah kullanmasını bilir ve bizim gibi arzu ettiği tüfek ve tabancayı istediği mağazadan satın alır, kullanmaya başlarsa, çok gitmez, üç beş sene sonra Hindistandaki kaplanların insana saldırması hadisesi çocuklukta duyduğumuz ' evvel zaman içinde kalbur saan içinde, bir varmış bir yokmuş' masalına dönerek ve lügat kitaplarındaki manaları değişecektir. Çünkü ilim ve fen erbabı tetkiksiz tahkiksiz yazı yazmaz.

Kaplanların Geçinme Tarzları: Bilumum hayvanatı vahşiye ve ehliye ve hassaten domuzlar başlıca gıdasını teşkil eder. Kamilen boğazından sıkarak öldürdüğü hayvanın evvela kanını emerek bırakır ve arazinin vaziyetine göre 10 metreden 50 metre mesafeye kadar giderek gizlenir. Maksadı herhangibir hayvanın gelip, öldürdüğü hayvanın etini yemek istemesinden bilistifade onun da kanını emmektir. Kartal da dahil olmak üzere çok aç kalan hayvanat bunun avını yemek gafletini gösterirse derhal sıçrar, onunda kanını emerek aynı yere bırakır. Öldürdüğü hayvanın kanını emdikten sonra ertesi günü ciğerlerini ve kısmen mütebakisini yer ve üç gün müddetle kat'iyyen leşinin başından ayrılmaz. Bir hafta kaldığıda vakidir ve avına karşı kıskançtır. Beşparmak Dağı'nın zirvesi yakınındaki Ören köyünün Çukur mahallesi civarında sıktığı bir dana leşinin başında kanı emilmiş bir kartalla bir sırtlan ve bir de çakal gördüm. Ilbıra Dağından koşarak gelen onbeş kadar domuz, 80 hanelik dağ eteğindeki Hisarcık köyünün içinden geçerek kalabalık köylülerin tütün diktiği tarlanın yakınındaki buğday tarlasının içine girmiler, arkalarından gelen panter köyün içindeki biraz yüksekçe taşın başına oturarak domuzlara bir müddet baktıktan sonra dönüp dağa doğru gitmiştir.

Huyu ve Tabiatı: Bu hayvanın huyu insanlarınki gibi değişmekle beraber mücadeleden çok zevk alır. Kendisine en büyük ve tehlikeli mukavemeti gösteren katır olduğu için bulunca ona saldırmaktan kendini alamaz. Tahtacılar, gündüzleri işlerini gördükleri katırlarını, akşamları semer ve yularını alarak ormana salıverirler. Yusufça köyünde bir katırı, üç günlük mücadele neticesinde öldürerek iki metre yükseklikteki kayanın başına çıkararak bırakıp gittiğini bütün köylü görmüştür. Sahibi, katırın behemal galip çıkacağını söyler dururdu. Beşparmak Dağında Çukur köylü Ömer'le gezerken bir kaplan 250 kiloluk bir ineği sıkmış biz geldiğimizde ineğin bağazından köpüklü kan çıkıyordu. Kuvvetini bu suretle de ölüçebilirsiniz. eski Türbe köyünde Mustafa Demirci'nin akşam ezanı vaktinde kuru duvarla çevrili avlusundan 30 kiloluk buzağısını, karısı üç metre beride inek sağarken ağzına alarak gitmiş ve köpeğin takip ve rahatsız etmesinden öfkelenerek buzağıyı hemen 100 metre ileride çam ağacının başında yemiş ve öfkesinden sabaha kadar ağaca pek çok defalar inip çıkmıştır. Ne dersiniz, bu buzağının sahibi Mustafa da kaplan avcısıdır.
Dağda hapa hap rastgelince sizden kaçmaz. Kibri kaçmasına manidir. Derhal yere yaslanır. Ard ayak pençeleri çoktan yere istinat ettirmiştir. Sizden bir hareket beklemektedir. Beş-on metre geri dönerek üç- beş dakika bekleyiniz. Behemehal savuşur. Yolunuza devam ediniz. Bundan tereddüt edilmemeli ve korkulmamalıdır. (Zemheride, gürdermiş dişisiyle beraber bulunduğu zaman müstesna) Nitekim bugünlerde Kayabaşı köyünde bir dişi ile iki erkek panter bulunduğu için pazara gelen köylüler akşam ezanından evvel köye varmaya çalışıyorlar. Geç kalanlar otellerde kalıyor. Geçen hafta aynı köyden Arap oğlu Hüseyin, 15-16 yaşında Mehmet isminde bir çocukla ani olarak bir panterle karşılaşmışlar. Çocuğu iterek geçmiş. Şu hale göre kadınlara olduğu gibi çocuklarada dokunmuyor zannederim. Şimdi zeytin mahsülünü silkme zamanı olmakla beraber Tekel İdaresi köylülerin en çok kullandığı dolma tüfek kapsülünü de göndermediğinden avına gidemedim. Onbeş yirmi gün sonra zeytin işi biter ve tekel idareside kapsül lütfederse bir sürek avı tertip edeceğim. İkinci dünya harbinden iki sene evveline kadar gidemediğim bu ava, harp senelerinde malzeme kıtlığından ve mevcudunun da işe yaramadığından gidemedim. Kırma tüfekler için iyi malzemeye kavuştuk. Bol malzeme sarfını icap ettiren bu ava, köylülerin ekmek kadar ihtiyazı olan dolma çifte kapsülüde gelirse devama mani kalmadı demektir. Herhalde sayın Süreyya Levent'in tarif ve tasfir ettiği turaçtan çok daha güzel, temiz, Beşparmak Dağı'nın biricik çiçeğinin senede ancak on kadar ehli hayvan telef etmesine mukabil 80'den aşağı olmamak üzere domuz vesaireyi telef ettiine ve bu kadar muzır hayvanı bütün köylünün bir senede itlaf edemediğine göre rençber için hayırlı ve faydalı olduğu gün gibi aşikar iken öldürmemiz doğru değilse de yapıyoruz. Bu hal, biz insanların daha vahşi oluşumuzdan mıdır bilemiyorum. Senede bir defa iki-üç tane doğurur. Dişisi doğuracağı zaman erkeğinin gelip bulamayacağı yerleri intihap eder. Çünkü dişisiyle çabul çiftleşmek maksadıyle yavrularını aynen kedi gibi yer.

Avı: Tertip ettiğim avlardan pek de boş dönmeyişimin sebepleri izah uzun olacağından, Sarfınazar ediyorum. Tertip ve tanzim benden olduğu halde, öldürmek kime nasiptir bilinmez. Çünkü kimin önüne çıkarsa kurşunu bittabi o atar. Acele etmesi veya heyecana yenik düşmesi neticesi arzu ettiği yere kurşunu isabet ettiremeyerek yaraladığı kaplanın eline düşen bir avcının imdadına dakikasında yetişir, arkadaşlardan bazısını havaya silah attırarak onu üzerimize celbeder ve vururuz. Hastanelerdeki tedavi şüphesizdir ki muntazamdır. Bir buçuk, iki ay gibi uzun sürmesinin sebebini ben, tırnaklarının daima leşlerle meşgul olmasından mikrop yuvası olmasına atfediyorum. Her ısırışta alt ve üst çene azılarını birleştiriyor. Görünüşte bu yara daha derin ve ehemmiyetlidir. Halbuki bu yara onbeş, yirmi günde geçtiği halde, o derece derin olmayan tırnak yaralarının tedavisi elli-altmış gün sürüyor.
İnsanı boğarken canhıraş bir hırıltı yapar: Hırıltı duyulunca herkesin oraya koşması şarttır. Zaten bu cihetusta avcılar arasında daha başlangıçta görüşülmüş ve kararlaştırılmıştır. Süratlendirmek veya ani gaz vermek neticesi havadaki tayyarenin yaptığı hırıltı aynı kaplan hırıltısıdır ve zerre kadar farkı yoktur. Bu hali bildiğim halde Beşparmakta otururken aldanarak havaya baktığım vakidir. Ömer'in ihtariyle farkına vardım ve ertesi günü avına gittik ve vurdular. Yine benim teşebbüs ve tertip ettiğim avda arkadaşlardan Hamid'in kaplanın elinde ölmesinin sebebi, herkese olduğu gibi ona da verdiğim ve çantasında bulunan talimatıma riayetsizliğidir. Bu kaplanın yarım metre mesafeden görülebilen sırtına tabanca kurşunu ile yapılan bunca müdahaleye rağmen, diğer kaplanların huyu hilafına ve hayatı pahasına arkadaşımızı bırakmamasıdır. Şu cihet calibi dikkattir: Yaralı bir kaplanın yanına beş-on kişi ile gidildiğinde, gözü daima kendisini ilk yaralayandadır. Geçen sene Kulağuz köyü yolunda Halil Çelebi'nin attığı kurşunla belkemiği kırılmış, kımıldayamıyordu. Yanına varıldığında, diğer arkadaşların attığı taşlara rağmen gözünü ölünceye kadar Halil'den ayırmadı ve daima Halil'in üzerine sıçramak için kendini toparlamaya çalıştı. Bu hal her zaman böyledir. Soğukkanlı olup aceleci olmayan, azami üç saniyede isabetli kurşun atan bir avcı için tehlike mevzuubahis değildir, daima muvaffak olur. Çünkü diğer hayvanatı vahşiye gibi koşarak kaçmaz. Pek fazla kibirlidir. Yere yaslanarak ve sürünerek gider. Barındığı orman kesif, kayalar girintili çıkıntılı olduğu için uzaktan görülmez. Ateş, daima onla yirmi metre arasında olur. Yegane müşkülat görebilmektir. Çünkü benekli rengi kayalara ve araziye uyduğu, yere yaslanarak, sürünerek gittiği için görebilmek çok müşküldür. Avında bir defa bulunan usta bir avcı herzaman kendiside böyle avlar tertip ve idare edebilir.

Şu yazıları yazmaktan maksat ve gayem, Türkiye'de kaplan yoktur, pars vardır masalını ilim erbabının yardımıyla ortadan kaldırmak ve binnetice memleketimizde yetişen hayvanları bilmek ve bildirmek ve okul kitaplarını ona göre yazdırmaktır. Şayet icap ederse, ilim erbabı benden her ne izahat isterse vermeye hazır olduğum gibi, dağlardaki masrafı tarafıma ait olmak üzere erbabı ilim ve fen muvacehesinde avlarda tertip edebilirim. malum ya devlet altmış yaşını ikmal edenlerden yol parası almaz. Ben, yol parasından ancak kurtuldum. Yoksa üstadımız Aka Gündüz kadar ihtiyarlamadım. Halen dağlarda gezebiliyorum. Gençlerden pekte geri kaldığım yok. İlmi tetkikler yapmak icap ediyorsa ben kuvvet ve kudretten düşmeden, ölmeden yapılsın. Dünyada erbabı ilim ve fenne hizmet etmek bahtiyarlığına nail olursam bana ne mutlu. Yeter ki yarım bilgimizle yabancıları kendimize güldürmeyelim. Gönlüm erbabı ilim ve fenne avcıların üstadı Aka Gündüz'ünde iştirakını istiyor. Feragatkar avcı arkadaşlara selam.......



[Resim: l763n.jpg]


Firavun sıçanıda az kalmış.
Mugla- Milas ve çevresinde Anadolu parsı 1940-1960


Anadolu parsı’nın gezgin bir hayvan olup Doğudan Batı Anadolu’ya kadar olan geniş coğrafyada gidip geldiği sanılmaktadır.
Güneybatı Anadolu’da ve Milas çevresinde devamlı yaşadığı gibi, senenin ocak, şubat aylarında gelip, kışladığı ve tekrar geri döndüğü de avcılar tarafından söylenmektedir.
Son yıllarda varlığı tartışma konusu olan Anadolu parsı’nın Türkiye’nin doğusunda ve Güneydoğusundaki savaşlar nedeniyle artık gelmediği, mevcutların da avlanarak veya doğal ömürlerini tamamlayarak yok oldukları sanılmaktadır. Yerli ve yabancı avcı veya araştırmacılarca , varlığını tespit için yapılan çalışmalarda bir sonuca varılamamış olup, bazı görgü tanıkları hayvana rastladıklarını söylemektedirler. Ancak bu çalışmaların bazılarının güvenilir olmadıkları da ifade edilmektedir.
Anadolu parsı Milas Yöresinde çevresindeki diger yaban hayvanlarından daha çevik ve yırtıcı, onlara korku salan, iri bir kedi olarak tanınmaktadır. Bu hayvanın kokusunu alan köpek veya domuz korkusundan titreyerek kaçamaz, adeta öylesine ölümünü beklermiş. Hatta bu korkuyu bilen avcılar da mevcut postlardan yararlanarak hayvanın kokusunu posttan bir beze bulaştırarak , örneğin köpeklere koklattığında köpekler aynı tepkiyi vererek, içgüdüsel bir şekilde korkudan titremeye başlamaktaymış ( Savul ve Kayaöz ,1999). Ancak parsın insanlara her zaman saldırdığını söylemek zor. Hatta yöredeki bazı avcılar parsın korkak bir hayvan olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmektedirler. Çünkü hayvanla karşılaşan bazı kişiler , kendilerine saldırmadığını, sessizce uzaklaştığını söylemektedirler. Buna benzer bir anısını Babam Recep Alptekin’den dinlemiştim. Dönem 1938-39 yılları, karayolu ile ulaşım bölgede atla sağlanmakta ve Babam çocuk yaşlardadır, bir yaz günü, öğle üzeri Söke’den Milas’a atla dönmektedir. Söke Ovası’nı ve ardından salla Büyük Menderes nehrini aşıp Küreki Boğazını geçince Bafa Gölü’ne gelmeden yol üzerindeki bir kuyu başında durur. Hava iyice sıcaktır, atını yandaki Hayıt çalısına(Vitex agnus castus) bağlar, susuzluğunu gidermek üzere kuyudan su çekmeyi düşünür, ama çevrede kova vs yoktur, hep yaptığı gibi başından şapkasını çıkarır, atın ipini alır ve şapkaya bağlıyarak onu kova gibi aşağı sarkıtır. Suyu yukarı çekerken arkasındaki bir şeyin gölgesini yerde görür, temkinli bir şekilde hafifçe arkasına döndüğünde iri bir pars hemen arkasındadır, kayıtsız bir şekilde bakmaktadır, saldırmaz. Babam paniklemeden, şapkasını ve ipi bırakarak atına yönelir , ardına bir daha bakmaksızın uzaklaşır ama çok korktuğunu hep anlatırdı.

Parsın yavrusu ise insana yaklaşıp, sırnaşır, yırtıcı değildir. Halbuki Vaşak, Yabankedisi yavruları ise insana yaklaşmaz ve küçük yaştan itibaren yırtıcıdır. Pars yavrusunun bu özelliğini bizzat yaşadığımdan, paylaşmak istiyorum. Milas yakınlarındaki Selimiye Belde’ (eski Mandalyat Nahiyesi) ‘sinde ,1957 yılı Kasım ayı içersindeydi. Yılını ilkokul öğrenimimden, ayını da sonbaharda yörenin kırsalında , bugün de kırmızı renkli meyveleri lezzetle yenen Kocayemiş (Arbuthus unedo) ‘ meyvelerinin olgun olduğundan ve zevkle yediğimizden çıkartmaktayım. Babam’la birlikte o yıllarda evimizin yakacak odun ihtiyacını temin için Beldenin doğusunda ,yaklaşık 2-3 km uzaklıktaki makilik alana gitmiştik. Babamdan ayrılıp çevreyi merakla dolaşırken bir çalı grubunun yanında , o güne kadar ve daha sonra da hiç görmediğim bir yavru hayvan gördüm. Beni görünce hiç ürkmedi ve sevimli bir şekilde bana doğru geldi. Kediden biraz iri, kahverengi, sarımtrak , benekli bu sevimli hayvanı okşamak istedim ancak, gördüğüm hayvanlardan farklılığı nedeniyle çekindim ve Babam’a koşarak gördüğümü anlattım, mümkünse eve götürmek istediğimi söyledim. O da merakla benimle yavru hayvanın yanına geldi ve görür görmez ürktü. Bana fazla bir şey söylemeden hemen oradan uzaklaşmamız gerektiğini, bunun bir pars yavrusu olduğunu, muhtemelen annesinin çevrede, yakın bir yerlerde olacağını ve tehlikeli olduğunu söyleyerek, bir odun parçası bile aldırmaksızın, korku ile , koşarak oradan uzaklaştırdı. Benim yavru Anadolu parsı ile karşılaşmam ve tanışmam bu şekildeydi.
Daha sonra da 1961 yılında Milas çevresinde iri bir hayvan olmalıydı , avlanan büyük bir pars postunu , şehrin en işlek caddesi üzerine asmışlar ve günlerce sergilenmişti.
Milas ve çevresinde, yaşadıklarımdan aktardığım gibi, parsın görüldüğü yerler oldukça fazladır. Orman ve makilik alanlardaki sakin, yolu olmayan, insan etkisinin az olduğu yerleri yaşam alanı olarak tercih etmektedir. Güneyde Ören yönündeki kırsal alan, parsın en çok görüldüğü yaşama alanlarından biridir. Batıda Ilbra Dağı ve devamındaki Büyük Menderes Nehrine kadar olan geniş makilik düzlüklerde yaşadığı bilinmektedir (Kumerlove 1956). Kuzeyde , Beşparmak Dağı ve çevresindeki alanlar ise doğal hayatın zenginliği sayesinde burası, Yörede parsın en çok görüldüğü yer olarak sayılabilir. Çünkü Beşparmak Dağı üzerinde yol bulunmayışı, yerleşim alanlarının çok az oluşu, zengin bitki örtüsü , ulaşımı engelleyen, boyutları devasa büyük granit kaya blokları ile kaplı oluşu, aynı zamanda bu kayaların oluşturduğu, korunaklı hayvan barınma yerlerinin çokluğu sayesinde Anadolu parsı için ideal yaşam alanıdır. Yöredeki tanınmış avcılardan Mehmet akn bir yazısına “Beşparmak Dağı’nın çiçeği kaplan(pars)” diyerek başlamaktadır ( Bal, 2004). Hayvan çoğunlukla burada barınmakta, çevredeki diger alanlara ise avlanmak için gitmekteydi. Yapılan araştırmalar da bu olguyu doğrulamaktadır. Ilbra Dağı ve eteklerinde yer alan Kazıklı, Hisarcık, Çandır, Kurudere Köyleri ile Beşparmak silsilesi üzerinde ve eteklerindeki Bafa, Mersinet, Derince, Kandak, Sakarkaya, Çukur, Selimiye, Narhisar, Kılavuz , dağın kuzey aklanında Hatıpkışla Anadolu Parsının yoğun yaşam alanlarından ve çok görüldüğü yerlerdendir. Kılavuz yakınlarındaki Karanlıkdere’de bir mevkinin adı yörede parsa kaplan da denmesinden dolayı, Kaplançukuru olarak halen anılır.
(19-03-2013, Saat:03:36)Leopar7 Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Yöreden Kayitlarla devam ediyoruz;

Aydin -Mugla yöresi; BESPARMAKDAGLARI Sene 1948


BEŞPARMAK DAĞININ ÇİÇEĞİ ;

15 sayılı kıymetli mecmuanızda Süreyya Levent'in 'İskenderun Kıyılarındaki Avlardan' bahseden yazısını büyük bir zevkle okudum. Bu gibi kalem sahibi arkadaşların yazılarını esirgememelerini rica ederim. İskenderun avlarından bahseden avcı arkadaşımız, yazının bir noktasında Dörtyol'un sarp dağlarında pars bulunduğunu ve buna oralıların kaplan dediğini, yani kaplan olmayıp pars demek istemesini hoş görmedim. Memleketimize gelen İngiliz, Fransız, İtalyan gibi yabancıların, derilerini bizden yüksek fiyatla aldığı bu hayvan hakkındaki noksan bilgimizin gezete ve mecmualara aksetmesine karşı müsamahakar davranamıyorum. Çünkü, yabancıların bizleri tayip etmelerinden çekiniyorum. Şimdi gelelim pars meselesine: Deve kelimesi tüylü ve tüysüzünü, hatta çifte hörgüçlüsünü ve sığır kelimesi de nasıl ki boğa, öküz, inek, dana, düveyi yani bunların heyeti mecmuasını ifade ediyorsa, kaplan kelimeside Aysa'da yetişen tiger, panther, leopard, jaguar' ı ifade eder. Türkçede pars dediğimiz Fransızcada leopardır. Tiger çizgili, diğerleri beneklidir. Görülüyor ki kaplan familyası dört nevidir ve bunların dördü kaplan kelimesiyle ifade edilir. Hepsinin vücut teşekkülatı kedinin aynıdır. Bizde olanlar panter ve parstır. Sahilden itibaren kırk milden içeri geçmez. Bu iki cinsi beneklerinden tefrik zordur. İlme istinat etmeyerek benim cesetler üzerinde yaptığım tetkikata göre panterin kafa kemiği üzerindeki et, derisi alındıktan sonra 7-10 santim, parsın kafa kemiği üzerindeki et, 2-3 santimdir. Beş yaşındaki panterin büyüklüğü kuyruğundan burnuna kadar üç metre altmış santimdir. Ağırlığı 90-100 kilodur. HatipKışlalılar dört metreliğini vurarak derisini sayın İnönü'ye hediye etmişler; ben görmedim. Pars, iki metre kırk santimdir. Ağırlığı 60-70 kilodur. Merhum Çolak İbrahim Bey'in Milastaki maden işlerine bakan Bakırköylü Bay Halil'e tahnit edilmiş bir halde verdiğim parstır. Teşebbüs ve tertibimle vurulan ve halen tahnit edilmiş bir halde İzmir Avcılar Kulübünde bulunan iki kaplan panterdir. Bir panter Kayabaşı köyünden Murad'ı yaralamış, Türbe köyünden Ali Çavuş'la Hatipkışlasından şimdi adını hatırlayamadığım diğer birini 14-15 metre mesafeden sıçrayarak yakalamışlar. Tiger' e, kaplan denmesine sebep olan hususun eğer İngilizce, Fransızca lugat ve kitaplarda okuduğumuz vechile aç veya tok, gördüğü insana saldırması ve yemesi ve bizdekilerin insan yemeyişinden ileri geliyorsa, bu da doğru değildir. Dikkat isterim, hakikat yazıyorum. Yazılarımda ifrat, tefrit yoktur. Biz, göz göre göre adam yedirmeyiz. Hatipkışlalı müstesna, arkadaşlardan herhangibiri kaplanın eline düşerse, bu defa kaplan bize değil, biz kaplana saldırırız. Benim bildiğim iki defa saldırdık. Adetimizde, huyumuzda böyledir. Evet, lugat kitapları bir noktada doğruyu yazmaktadır. Çünkü bütün erbabı ilmüfennin tetkikleri, tigre'lerin bulunduğu ülkelerdeki hadiselere müstenittir. Bu tiger'lerin bulunduğu ülkelerdeki halkın heyeti mecmuası ise müstemleke halkıdır. Ben iyi bilirim: Hindistan'da oduna gidenler köy kenarındaki kulübeden tahra ve baltayı alırlar. Avdette o tahra ve baltayı kulübedeki adamına teslim ederek köylerine girerler. Bu zavallı köylüler, köylerine uğrayan tiger'i İngilizlere ve İngiliz karakollarına haber vererek öldürürler. Kendileri her türlü müdafaa vasıtalarından mahrumdurlar. Tabanca ve bıçağı rüyalarında bile görmemişlerdir. O havalide tiger için en tehlikesiz ve zayıf hayvan insandır. Geceleri domuz vesaire beki yapan avcılar bilirler. Bilimum hayvanatı vahşiye can korkusuyla maruz kalacağı tehlikelere karşı aklıllara hayret veren tertibat alırlar. Köleler, zavallılar diyarında ne tehlike var ki pervasız gezmesinler. Bir kaplan bir domuzu öldürmek için 10 - 15 dakika uğraşabilir. Çünkü, onunda kendine göre müdafaa silahı var. Fakat müdafaadan mahrum bir insanı öldürmek için bir-iki dakika kafidir. Bir insanı dakika değil saniyesinde yere serdiğini iki defa gördüm. Her türlü müdafaa vasıtalarından mahrum, halkı ile hür ve müstakil yaşamağa alışmış ve bunun için ölmüş ve öldürmüş bir insan arasındaki farkı, akıl ve mantığa dayanarak mukayese ediniz. Tiger, eğer müstakil memleketlerde hür yaşayan insanlar içinde olsaydı, barınacağı yer mutlaka bizde olduğu gibi insanlardan uzak kesif ormanlardaki kaya dipleri olurdu ve başka türlü de yaşayamazdı. Hindistan bu sene istiklaline kavuştuğuna göre askerlik, hür müstakil yaşayabilmek kaygıları dolayısıyla halk, silah kullanmasını bilir ve bizim gibi arzu ettiği tüfek ve tabancayı istediği mağazadan satın alır, kullanmaya başlarsa, çok gitmez, üç beş sene sonra Hindistandaki kaplanların insana saldırması hadisesi çocuklukta duyduğumuz ' evvel zaman içinde kalbur saan içinde, bir varmış bir yokmuş' masalına dönerek ve lügat kitaplarındaki manaları değişecektir. Çünkü ilim ve fen erbabı tetkiksiz tahkiksiz yazı yazmaz.

Kaplanların Geçinme Tarzları: Bilumum hayvanatı vahşiye ve ehliye ve hassaten domuzlar başlıca gıdasını teşkil eder. Kamilen boğazından sıkarak öldürdüğü hayvanın evvela kanını emerek bırakır ve arazinin vaziyetine göre 10 metreden 50 metre mesafeye kadar giderek gizlenir. Maksadı herhangibir hayvanın gelip, öldürdüğü hayvanın etini yemek istemesinden bilistifade onun da kanını emmektir. Kartal da dahil olmak üzere çok aç kalan hayvanat bunun avını yemek gafletini gösterirse derhal sıçrar, onunda kanını emerek aynı yere bırakır. Öldürdüğü hayvanın kanını emdikten sonra ertesi günü ciğerlerini ve kısmen mütebakisini yer ve üç gün müddetle kat'iyyen leşinin başından ayrılmaz. Bir hafta kaldığıda vakidir ve avına karşı kıskançtır. Beşparmak Dağı'nın zirvesi yakınındaki Ören köyünün Çukur mahallesi civarında sıktığı bir dana leşinin başında kanı emilmiş bir kartalla bir sırtlan ve bir de çakal gördüm. Ilbıra Dağından koşarak gelen onbeş kadar domuz, 80 hanelik dağ eteğindeki Hisarcık köyünün içinden geçerek kalabalık köylülerin tütün diktiği tarlanın yakınındaki buğday tarlasının içine girmiler, arkalarından gelen panter köyün içindeki biraz yüksekçe taşın başına oturarak domuzlara bir müddet baktıktan sonra dönüp dağa doğru gitmiştir.

Huyu ve Tabiatı: Bu hayvanın huyu insanlarınki gibi değişmekle beraber mücadeleden çok zevk alır. Kendisine en büyük ve tehlikeli mukavemeti gösteren katır olduğu için bulunca ona saldırmaktan kendini alamaz. Tahtacılar, gündüzleri işlerini gördükleri katırlarını, akşamları semer ve yularını alarak ormana salıverirler. Yusufça köyünde bir katırı, üç günlük mücadele neticesinde öldürerek iki metre yükseklikteki kayanın başına çıkararak bırakıp gittiğini bütün köylü görmüştür. Sahibi, katırın behemal galip çıkacağını söyler dururdu. Beşparmak Dağında Çukur köylü Ömer'le gezerken bir kaplan 250 kiloluk bir ineği sıkmış biz geldiğimizde ineğin bağazından köpüklü kan çıkıyordu. Kuvvetini bu suretle de ölüçebilirsiniz. eski Türbe köyünde Mustafa Demirci'nin akşam ezanı vaktinde kuru duvarla çevrili avlusundan 30 kiloluk buzağısını, karısı üç metre beride inek sağarken ağzına alarak gitmiş ve köpeğin takip ve rahatsız etmesinden öfkelenerek buzağıyı hemen 100 metre ileride çam ağacının başında yemiş ve öfkesinden sabaha kadar ağaca pek çok defalar inip çıkmıştır. Ne dersiniz, bu buzağının sahibi Mustafa da kaplan avcısıdır.
Dağda hapa hap rastgelince sizden kaçmaz. Kibri kaçmasına manidir. Derhal yere yaslanır. Ard ayak pençeleri çoktan yere istinat ettirmiştir. Sizden bir hareket beklemektedir. Beş-on metre geri dönerek üç- beş dakika bekleyiniz. Behemehal savuşur. Yolunuza devam ediniz. Bundan tereddüt edilmemeli ve korkulmamalıdır. (Zemheride, gürdermiş dişisiyle beraber bulunduğu zaman müstesna) Nitekim bugünlerde Kayabaşı köyünde bir dişi ile iki erkek panter bulunduğu için pazara gelen köylüler akşam ezanından evvel köye varmaya çalışıyorlar. Geç kalanlar otellerde kalıyor. Geçen hafta aynı köyden Arap oğlu Hüseyin, 15-16 yaşında Mehmet isminde bir çocukla ani olarak bir panterle karşılaşmışlar. Çocuğu iterek geçmiş. Şu hale göre kadınlara olduğu gibi çocuklarada dokunmuyor zannederim. Şimdi zeytin mahsülünü silkme zamanı olmakla beraber Tekel İdaresi köylülerin en çok kullandığı dolma tüfek kapsülünü de göndermediğinden avına gidemedim. Onbeş yirmi gün sonra zeytin işi biter ve tekel idareside kapsül lütfederse bir sürek avı tertip edeceğim. İkinci dünya harbinden iki sene evveline kadar gidemediğim bu ava, harp senelerinde malzeme kıtlığından ve mevcudunun da işe yaramadığından gidemedim. Kırma tüfekler için iyi malzemeye kavuştuk. Bol malzeme sarfını icap ettiren bu ava, köylülerin ekmek kadar ihtiyazı olan dolma çifte kapsülüde gelirse devama mani kalmadı demektir. Herhalde sayın Süreyya Levent'in tarif ve tasfir ettiği turaçtan çok daha güzel, temiz, Beşparmak Dağı'nın biricik çiçeğinin senede ancak on kadar ehli hayvan telef etmesine mukabil 80'den aşağı olmamak üzere domuz vesaireyi telef ettiine ve bu kadar muzır hayvanı bütün köylünün bir senede itlaf edemediğine göre rençber için hayırlı ve faydalı olduğu gün gibi aşikar iken öldürmemiz doğru değilse de yapıyoruz. Bu hal, biz insanların daha vahşi oluşumuzdan mıdır bilemiyorum. Senede bir defa iki-üç tane doğurur. Dişisi doğuracağı zaman erkeğinin gelip bulamayacağı yerleri intihap eder. Çünkü dişisiyle çabul çiftleşmek maksadıyle yavrularını aynen kedi gibi yer.

Avı: Tertip ettiğim avlardan pek de boş dönmeyişimin sebepleri izah uzun olacağından, Sarfınazar ediyorum. Tertip ve tanzim benden olduğu halde, öldürmek kime nasiptir bilinmez. Çünkü kimin önüne çıkarsa kurşunu bittabi o atar. Acele etmesi veya heyecana yenik düşmesi neticesi arzu ettiği yere kurşunu isabet ettiremeyerek yaraladığı kaplanın eline düşen bir avcının imdadına dakikasında yetişir, arkadaşlardan bazısını havaya silah attırarak onu üzerimize celbeder ve vururuz. Hastanelerdeki tedavi şüphesizdir ki muntazamdır. Bir buçuk, iki ay gibi uzun sürmesinin sebebini ben, tırnaklarının daima leşlerle meşgul olmasından mikrop yuvası olmasına atfediyorum. Her ısırışta alt ve üst çene azılarını birleştiriyor. Görünüşte bu yara daha derin ve ehemmiyetlidir. Halbuki bu yara onbeş, yirmi günde geçtiği halde, o derece derin olmayan tırnak yaralarının tedavisi elli-altmış gün sürüyor.
İnsanı boğarken canhıraş bir hırıltı yapar: Hırıltı duyulunca herkesin oraya koşması şarttır. Zaten bu cihetusta avcılar arasında daha başlangıçta görüşülmüş ve kararlaştırılmıştır. Süratlendirmek veya ani gaz vermek neticesi havadaki tayyarenin yaptığı hırıltı aynı kaplan hırıltısıdır ve zerre kadar farkı yoktur. Bu hali bildiğim halde Beşparmakta otururken aldanarak havaya baktığım vakidir. Ömer'in ihtariyle farkına vardım ve ertesi günü avına gittik ve vurdular. Yine benim teşebbüs ve tertip ettiğim avda arkadaşlardan Hamid'in kaplanın elinde ölmesinin sebebi, herkese olduğu gibi ona da verdiğim ve çantasında bulunan talimatıma riayetsizliğidir. Bu kaplanın yarım metre mesafeden görülebilen sırtına tabanca kurşunu ile yapılan bunca müdahaleye rağmen, diğer kaplanların huyu hilafına ve hayatı pahasına arkadaşımızı bırakmamasıdır. Şu cihet calibi dikkattir: Yaralı bir kaplanın yanına beş-on kişi ile gidildiğinde, gözü daima kendisini ilk yaralayandadır. Geçen sene Kulağuz köyü yolunda Halil Çelebi'nin attığı kurşunla belkemiği kırılmış, kımıldayamıyordu. Yanına varıldığında, diğer arkadaşların attığı taşlara rağmen gözünü ölünceye kadar Halil'den ayırmadı ve daima Halil'in üzerine sıçramak için kendini toparlamaya çalıştı. Bu hal her zaman böyledir. Soğukkanlı olup aceleci olmayan, azami üç saniyede isabetli kurşun atan bir avcı için tehlike mevzuubahis değildir, daima muvaffak olur. Çünkü diğer hayvanatı vahşiye gibi koşarak kaçmaz. Pek fazla kibirlidir. Yere yaslanarak ve sürünerek gider. Barındığı orman kesif, kayalar girintili çıkıntılı olduğu için uzaktan görülmez. Ateş, daima onla yirmi metre arasında olur. Yegane müşkülat görebilmektir. Çünkü benekli rengi kayalara ve araziye uyduğu, yere yaslanarak, sürünerek gittiği için görebilmek çok müşküldür. Avında bir defa bulunan usta bir avcı herzaman kendiside böyle avlar tertip ve idare edebilir.

Şu yazıları yazmaktan maksat ve gayem, Türkiye'de kaplan yoktur, pars vardır masalını ilim erbabının yardımıyla ortadan kaldırmak ve binnetice memleketimizde yetişen hayvanları bilmek ve bildirmek ve okul kitaplarını ona göre yazdırmaktır. Şayet icap ederse, ilim erbabı benden her ne izahat isterse vermeye hazır olduğum gibi, dağlardaki masrafı tarafıma ait olmak üzere erbabı ilim ve fen muvacehesinde avlarda tertip edebilirim. malum ya devlet altmış yaşını ikmal edenlerden yol parası almaz. Ben, yol parasından ancak kurtuldum. Yoksa üstadımız Aka Gündüz kadar ihtiyarlamadım. Halen dağlarda gezebiliyorum. Gençlerden pekte geri kaldığım yok. İlmi tetkikler yapmak icap ediyorsa ben kuvvet ve kudretten düşmeden, ölmeden yapılsın. Dünyada erbabı ilim ve fenne hizmet etmek bahtiyarlığına nail olursam bana ne mutlu. Yeter ki yarım bilgimizle yabancıları kendimize güldürmeyelim. Gönlüm erbabı ilim ve fenne avcıların üstadı Aka Gündüz'ünde iştirakını istiyor. Feragatkar avcı arkadaşlara selam.......

Merhabalar. ilginizden ve paylasımlarınızdan dolayı tesekkür ederim. ancak yukarıdaki yazının kime ait olduğu anlasılmıyor. Belirtirseniz sevinirim. Yazıda belirtilen hayvanlarda anlam kargasaları var.Kaplanı 4e ayırmıs,panter leopar birbirine girmiş ve tigre den bahsetmiş.
Ben söyle açıklıyayım;
Leopar-pars aynı hayvan. Yöreye göre boyutları değişmekle birlikte aynı alttürlerdir.50-70kg.)
Pantera tigris: Kaplandır ve baska orta boy kedilerden kesin ayrıdır.(250-300kg.) Bu hayvan 1948 yılında ülkemizde var mıydı?
Panter: Diğer adı dağ aslanıdır ve bizim ülkemizde yaşamamıştır. Amerika kıtası hayvanıdır.(90-100kg.)
Jaguar: Leopardan ayrı bir alttürdür. 100-120 kg.
Şimdi bu bilgiler doğrultusunda kafasındaki et 7-10 cm olan 100 kg.lık hayvan hangisi? Çünkü bu boyutlara bir leopar ulasamaz.
Merhabalar Cakir kardesim,

bu yaziyi yazan bir avci, zamanin anadolu leopari yada yöredeki isimiyle kaplan avcisi. Kendisi ne biyolog nede zoolog. Verdigi sinifladirmalara takilip kalmamak lazim. Cünkü dogru degil. Sadece kendi gözlem ve tecrübelerine dayali 1940 li yilarin eksik ve yanlis bilgileri!

Bu yaziyi önemli kilan 1940-50 deki Aydin- Mugla yöresindeki leopar kayitlarini vermesi. Bu bakimdan cok önem arz ediyor. Orada verilen farkli iki leoparda aslinda ayni iki canli.Ayni bölgede iki farkli alttürün yasamasi imkansiz gibi bir durum
Birisi eriskin ( panter diye bahsettigi) digeri yavru yada genc birey olmali ( pars diye bahsettigi). Gecmiste anadoluda 100 kiloyu askin bireylere rastlanmis. Mantolu hasanin vurdugu böyle devasa birey var fotosu bile var. http://www.turkiyeavcilari.com/index.asp?syf=pars

Iranda ha keza 100 kiloyu asan bireyler vurulmus . disi bir kaplan yada aslan kadar, kayitlara gecen!


Yani toparlarsak Pars, panter ,leopar ayni türün farkli adlandirilmalari.Hepsi ayni canli!

Eski türkcede, mesela Tatarlar Bars-Pars diyorlar, leopar ise artik internasyonel ingilizceden gelme yani leopard, hemen hemen her ülkede leopar deniliyor, panter ise latince, bilimsel adi. Panthera pardus. Kisaca Panter deniliyor!


http://tr.wikipedia.org/wiki/Pars


jaguara gelirsek o apayri bir tür sadece Güney ve orta amerikada yasiyor. Leopar- pars ise asya ve Afrikada yani arada bir atlas okyanusu var
http://tr.wikipedia.org/wiki/Jaguar

birde puma var oda kanadadan taa patagonyaya kadar olan genis bir alanda yasiyor.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Puma

Kaplan ise adi felic tigris. yani dicle kedisi demek. anadoluda dicle havzasinda bitlis k.irak siniri arasindaki kalan, genis ormanlik, vadilik bölgede yasamis 1970 de en son uluderede vurulmus. Hindistandaki bildigimiz kaplanin bir alttürü.Gecmiste dicleden taa Dogutürksitana kadar genis bir alanda yasamis . En cokda iranin hazar gölü kiyilarindaki elbruz dagi ormanlarinda. 1930-1950 arasi soyu tükenmis.

Yani toparlarsak ülkemizde yakin gecmiste hem hazar kaplani sadece g.doguda, hemde anadolunun cok büyük bir kesmini kapsayan bir alanda leopar yasamis halada azda olsa yasiyor.

Bunun haricinde kücük kedigillerden ise vasak, karakulak ve yaban kedisi mevcut.



puma (dag aslani) ve jaguar ise amerika menseili kedigiller.

Aydin ve Mugla yöresinden kayitlara devam.

Katliamcilarin, katliamlari ne yazik ki devam etmis, dur durak bilmemis. Yaz, kis, disi, hamile,yavru, erkek demeden. Hem vurmus, hem onlarcasini zehirlemisler, bir kac uyuz kecileri icin!

Simdi hayvancilik yapan kimse kalmadi. Herkes ciftci oldu, orman ve dag köyleri bosaldi sahile akti ama bu seferde daglarin gizemli efesi yada yöre insaninin degisiyle daglarin cicegi anadolu parsi yok oldu
Görev ve sorumluluk yeni nesillere düsüyor. Bu muhtesem canli insallah 3-5 seneye kalmaz, komsu ve cevr e ülkelerin Iran yada Türkmenistan gibi, destegiyle tekrardan anaocagina yerlestirilecek, hepimizn ortak gayreti, bilinclenmesi ve sorumluluk almasiyla, bundan hicbirimizin kuskusu olmasin. Anadoluda hala onlarca yasayabilecegi potansiyel alan var!

En son kayitlar Besparmak ve Mentese daglarinda (Madrandagi, Karincalidagi...) 1975-76 arasi

ANADOLU PARSI ARAŞTIRMALARI

1- Söke’li Hamit Gültepe, 1940 ile 1950 yılları arasında 3 adet pars vurmuştur. İlk parsı Söke – Kuşadası yoluna yakın olan Deveboynu Mevkii’nde bulunan Yaylakaya’da avlamıştır. Diğer iki parstan birini Ağaçlı Köyü’nde(eski ismi Tıra) bulunan Kolonkaya’da, diğerini Milli Parkın doğusunda kalan Kaplankaya sırtlarında vurmuştur. Parslardan birisinin postuyla fotoğraf çektirmiştir. Fotoğrafı elimizde mevcuttur. Tüm bilgileri aldığımız yakınları, avcı öldükten sonra postun ne olduğunu bilmediklerini söylemişlerdir.



2-Kuşadası Kısmet Otel’in sahibi Halil Özbaş’ın kardeşinin oğlu olan Söke’li Hüseyin ÖZBAŞ, 1950’li yıllarda, Söke’ye bağlı Özbaşı Köyü altındaki pamuk tarlalarında, pamukları balyaya basarken, büyük bir kediye benzer bir hayvanın yanlarından geçerken, tarladaki birisi tarafından tüfekle vurup öldürüldüğünü, söylemiştir. Henüz çocuk olduğu yıllarda bu hayvanın ne olduğunu kavrayamadığını, tarladaki insanların ona kaplan dediklerini ve yıllar sonra onun Anadolu Parsı olduğunu anladığını anlatmıştır. Anadolu Parsının, Beşparmak Dağları’ndan, Dilek Yarımadasına doğru giden keçi sürülerini takip ettiğini söylemiştir.



3-Beşparmak Dağları’nın 850 mt. Rakımlı bir düzlüğünde tek başına yaşamını sürdüren ve bu dağlarda 240 yıllık bir ailenin son fertlerinden olan Murat Ali Pınar, amcasının 1964 yılında, Koca Pınar Mağarası mevkiinde bir Anadolu Parsı’nı tüfekle vurduğunu, yaralan parsın kestaneliklerin içine kaçtığını ve sonra aradıklarında ölüsünü bulduklarını anlatmıştır. Babasının keçileri Kovanalan’da güderken, Anadolu Parsının sürünün önündeki keçinin boğazını ısırdığını ve sonra keçiyi kayalıkların arasından kaçırdığını anlattığını söylemiştir.



4-Beşparmak Dağları’nda keçi sürüsü güden Karahayıt’lı Ahmet Çalışkan Bahattin Sürücü’ye şunları anlatmıştır:



“1950’li yıllarda genç bir oğlandım. Keçi sürülerimiz vardı. Köyümüz Beşparmak’ın yamacında olduğundan, hayvanları daha yükseğe yaylıma çıkarıyordum. Köyde büyüklerimizden dağda kaplan olduğunu öğrenmiştim. Dağa çıkarken çok korkardım ama bugüne kadar bana hiç denk gelmemişti. Bir gün yine sabah çok erken keçileri dağa çıkardım. Hava karanlık ama mehtap vardı. Resimli mağarayı (Beşparmak Dağları’nın birçok yerinde bulunan Prehistorik kaya resimlerini kasdediyor) geçince bir ses duydum. Hemen kovanlığın (köylülerin, ayılar ballarını yemesin diye yüksek kayalıklara, taşlardan ördükleri yer) tepesine çıktım ve izlemeye başladım. Mağaranın içinden, uzun kuyruklu çok büyük ve bir kediye benzeyen bir hayvan çıktı. Kaplan dedikleri bu olmalı dedim. Korkudan dizlerim titremeye başlamıştı. Keçilerden birinin boğazını ısırdı ve öylece bekledi. Keçi debelendi ve bir süre sonra hareketsiz kaldı. Onu bıraktı ve arka arkaya tam 6 keçinin kanını emdi. Köpek havlıyor, fakat yanaşamıyordu. Sonunda köpeğe de saldırdı ve onu parçalayarak yedi ve gitti. Ben koşarak köye gittim, büyüklerime anlattım. Köyden birçok kişi silahlandı ve dağda kaplanı aradılar ama bulamadılar. Büyüklerimden birisi, köpek eti tuzlu olduğundan çok severmiş. Bir de domuz mozalarını ve oklu kirpiyi de severmiş. Bir keresinde, Pınarlık’ta suyun kenarındaki kumun üzerinde, tüysüz kıpkırmızı iki tane kedi yavrusu gibi enik gördüm. Köye gittiğimde dedeme anlattım. Onlar dedi, kaplanın yavrularıdır, bu hayvan yavrularını karıncalardan korumak için su kenarlarına doğurur, çünkü karıncalar sudan geçemezler dedi.”



5- Mantolu Hasan hakkında Selçuklu eski bir avcıyla konuştuk. Ünlü pars avcısı vurmuş olduğu Anadolu parslarının derilerini yüzüp, postlarını omzuna dolayarak elinde tüfekle poz verdiğinden yöre halkı tarafından Mantolu Hasan olarak adlandırılmıştır. Aslen Milaslı olan Mantolu Hasan, Selçuk’a bağlı Şirince Köyü’ne göç etmiştir. Yaşamında hiç evlenmeyen Mantolu Hasan, herkes bağda, bahçede, tarlada çalışırken o geçinmenin daha kolay yolunu bulmuş, bu konuda da becerikli olduğundan dağlarda tilki, çakal ve domuz avlayarak Belevili ve Torbalılı tüccarlara satarak geçimini sağlıyormuş.



O yıllarda yaşam alanları daralan Anadolu parsları beslenebilmek için, köylünün hayvanlarına ve Yörük sürülerine saldırmaktaymış. Mantolu Hasan bir gün dağda bir Yörük çadırında dinlenirken, sürü sahibinin hazırlamış olduğu kaplan kapanına bir Anadolu parsının yakalandığı haberi gelir. Kapanın içindeki Anadolu parsını tüfeğiyle vuran Mantolu Hasan, sürü sahibinden parsın derisini istemiş ve parsı yüzerek postunu Belevi tüccarlarına yüksek fiyattan satmıştır. Kürkün iyi para ettiğini gören Mantolu Hasan dağlardan inmemiş, gözü de parstan başka bir hayvan görmez olmuş.



Onlarca pars avlayan Mantolu Hasan, zamanın Cumhurbaşkanı tarafından bir çifte kırma hediye edilmiştir. Bir daha pars vurmaması için söz alınmıştır.



Mantolu Hasan’ın tüm yaşamı dağlar ve avlarıydı. Zaman içerisinde Belevi tüccarlarındaki biriken parasını alamayan Mantolu Hasan maddi sıkıntı içine düşmüş ve bir çiftlik evinde bekçi olarak çalışmaya başlamıştır. Çiftliğin sahibi de oğlu askerde olan dul bir bayanmış. Kadın yalnızlıktan korktuğu için Mantolu Hasan’a ‘Oğlum askerde gel seninle evlenelim’ demiş. Mantolu Hasan bu teklifi reddetmiş ve yemeğine zehir koyabilir düşüncesiyle de korkarak işi bırakmış ve Selçuk’a yerleşmiştir. Selçuk’taki hayatı sefalet içinde geçmiş ve fakir bir şekilde ölmüştür.”





6- Bahattin Sürücü Anadolu parsı hakkında yöre insanıyla konuştuğu gibi, yörede arazi taraması da yapmış ve dört adet kaplan kapanı tespit etmiştir. Bahattin Sürücü o kapanlar hakkında şu bilgileri veriyor:

Beşparmak Dağları’nda yapmış olduğumuz araştırmalarda, bir tanesi sağlam bir şekilde kalmış, 4 adet kaplan kapanını tespit ettik. Kaplan kapanları Beşparmak Dağları’nın gnays kayalarından bir mezar şeklinde yapılmış. Bir parsın girebileceği ancak geri dönemeyeceği, genişlikte yapılan kapanların derinliği 70-80 cm. yüksekliğindedir. Kapanın ağzı parsın girebilmesi için açık bırakılmakta, diğer tarafına bir et parçası konulmaktadır. Etin kokusunu alan pars, kapanın kapısından aşağıya süzülerek inmekte, kapanın başucundaki eti yemekte ve daha sonra geri geri kapanın ağzına kadar gelmektedir. Yukarı çıkmak için geri dönemeyen pars, arka ayaklarını da yukarıya atamadığından, kapanın içinde sıkışıp kalmaktadır. Daha sonra yakalanan pars, kapanı yapanlar tarafından öldürülmektedir. Günümüzde bilinen kaplan kapanları, bakir coğrafyası nedeniyle sadece Beşparmak Dağları’nda bulunmaktadır.



7-Anadolu Parslarının en yoğun yaşandığı yerlerden birisi de Mazı’dır. O yıllarda Mazı’da yaşayanların en büyük geçim kaynakları mazı peliti toplamak ve pars avcılığıymış. Ünlü pars avcıları parsı demir kamalarla avlarlarmış. Çoban kepeneğini üzerine geçirerek, kapüşonunu kafasına takan ve kepeneğin önünü ince tireyle diken pars avcısı elinde demir kamayla, parsın inine girermiş. Avcıyı gören pars sıçrayarak, pençesini kepeneğin üzerine geçirir, tırnaklarını bir an kurtaramazmış. O kısa anda avcı kepeneğin altına doğru sıyrılarak elindeki kamayı, parsın can alıcı yerine saplarmış. Can alıcı yerine vurabilirse pars ölürmüş, vuramazsa avcının karısı dul, çocukları yetim kalırmış. Pars avcıları genellikle erkek olmasına rağmen, ünlü avcılardan birisi de Mazılı Hacer’miş.”





8-1938 yılında Eski Kızılcagedik’te yaşayan Ömer Lütfü isminde bir avcı köye yakın Kozalak boğazda çulluk avı için bek yaparken, civarda otlayan koyunlarının ürkerek kendisine doğru sürü halinde geldiğini görür. Koyunlarının arkasındaki hayvanın ne olduğunu bilmeden ateş eder. Yaralanan hayvan büyük bir taşın üstüne çıkar. Ömer lütfü köye gelerek durumu anlatır. Ertesi gün sabah erkenden eli silahlı köylüler toplanarak olayın olduğu yere gelirler. Köyden Hacı Mehmet isimli bir avcı, Anadolu Parsını bir ağacın üstünde görür. Tek dolma tüfekle parsı yere indirir. Parsın derisini daha sonra köyde yüzerler.

Yaralayan ve öldüren avcıların eşleri “senin kocan değil, benim kocam vurdu” diye post kavgası yaparlar. Post daha sonraki yıllarda Germencik Avcılar kulübü tarafından içi saman doldurularak, yıllarca burada kalır.

Germencik’li avcılara verdiği avcılık kursu sırasında, avcılar kulübünün tozlu raflarının arasında, Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürü Mehmet UZUNER tarafından bulunan Anadolu Parsı’nın tahniti kulüpten teslim alınarak, Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne getirilmiştir. İl Müdür Vekili Süleyman GÜNDEAY’ın katkılarıyla, temizlenerek Eski Doğanbey Köyü’nde bulunan Ziyaretçi Tanıtım Merkezi’nde sergileneceği bildirilmiştir.

9- Habibler Köyünün ünlü avcılarından Üzeyir YALÇI’nın halasının oğlu, 1966 yılında Meriç Deresi mevkiinde bir Anadolu parsı görür. İlk defa gördüğü bu canlının köyde konuşulan kaplan olduğunu anlar ve ateş edemeden korkarak kaçar. Köyde bu olay yüzünden uzun süre alay konusu olur.

10- Dampınar köyü avcıları, 1951 yılında Doğrukestane mevkiinde, hayvanlarına zarar verdiği nedeniyle Anadolu parsını vurmak için bir sürek avı yaparlar. Avcılardan Abdül DEMİRAY tarafından, pars tek kurşunla vurulur. Civardaki bütün keçi çobanları parstan kurtuldukları için, köye birer keçi bağışlarlar. Köy halkı keçileri açık artırmaya çıkarır. Açık artırmadan toplanan parayla köyün camisini yaptırırlar. Parsın derisini yüzerek, o günlerde nahiye olan Büyükkale Köyünün nahiye müdürüne satarlar.

11- Aynı köyden, geçtiğimiz yıl ölen Ali CEYLAN, 1958 yılında komşu Tire köylerinde yaptığı zeytin aşısından dönerken, Tire’ye bağlı Alaylı Köyü Karadut çeşmesinde su içen eşeğinin birden kulaklarını dikmesinden şüphelenince, etrafına bakar ve taşın üzerinde Anadolu parsını görür. Tüfeğiyle ateş eder ve kaçar. Ertesi gün bölgeye diğer köylülerle birlikte geldiğinde, parsı ölü vaziyette yerde bulurlar. Postunun akibetinin ne olduğu belli değildir.

12- Beşparmak Dağları’nda Osmankuyusu’ndaki koyunlarını, Samsun dağı eteklerinde Tuzburgazı civarına götüren Mustafa SÜRÜCÜ, 1955 yılında koyunlarını güderken, Kocain mevkiinde Anadolu parsının koyunlarına saldırdığı ve büyük çoban köpeğini parçaladığını, daha sonra dağa doğru kaçtığını söylemiştir.

13- Kayabükü Köyü’nden çoban Mehmet ÖZEN, 1971 yılında Beşparmak Dağı’ndaki Sakarkaya Köyü’nün kuzeyinde keçilerini yayarken, bir Anadolu Parsı’nın keçilerinden birisini yere yatırdığını ve memesini parçaladığını, kendisinin müdahale ettiğini ve parsı kaçırdığını anlatmıştır.

14- EKODOSD Başkanı Bahattin SÜRÜCÜ, Kayabükü Köyü yakınlarında bir vadide yaptıkları araştırmada, Anadolu Parslarını avlamada kullanılan kaplan kapanlarından 1 tane daha tespit etmiştir. Taş tuzağın diğerleriyle aynı sistem ve özelliklere sahip olduğu görülmüştür.

Buradaki tuzağın diğerlerinden farklı olarak, üzerinde gözlem yapılacak büyüklükte bir deliği olduğu ve tuzağın ağzına yerleştirildiğinde birebir oturduğu izlenmiştir. Tuzağın içindeki eti yemeye gelen parsın, içeri girdikten sonra hapsetmek için bu taşın kapan ağzı olarak koyulduğu düşünülmektedir. Parsın aç ve susuz bir şekilde ölüp-ölmediğini anlamak için, delikten içeri gözledikleri tahmin edilmektedir. Son bulunan taş tuzağın arkeolojik kalıntıların içinde bulunması, o dönemdeki uygarlıkta yaşayan insanlar tarafından yapıldığını düşündürmektedir.

15- Yaban hayvanlarına ait postlarla ilgili Söke’de kuşaktan kuşağa geçen bir hikaye anlatılmaktadır. “1900’lu yılların başında Söke’de yaban hayvanı derisi ticareti yoğun bir şekilde yapılmaktaydı. Özellikle bakir bir coğrafya olan Beşparmak Dağı’nda yaşayan Anadolu Parsı ve Ayıların postunu elde etmek isteyen deri tüccarları, yöre insanlarından talep ettikleri bu postları yüksek parayla almaktaydı. Silahı bulunanlar silahıyla, taş tuzaklarla, zehirle ve demir kapanlarla avlanan bu hayvanların postları yüzülerek, Söke’li deri tüccarlarına satılmaktaydı. Bir gün deri tüccarlarından birisi “bu ayıların hep derisini getiriyorsunuz, bir seferinde de dirisini getirin” der. Ağacın üzerinde kıstırdıkları bir ayıyı etkisiz hale getirerek, sıkıca bağlayıp öküz arabasıyla Söke’deki deri tüccarlarına teslim edip, paralarını alırlar.”

1980’li yıllara kadar, Söke Albayrak caddesinde bulunan bir deri tüccarının dükkanındaki çeşitli yaban hayvanı derisi ve ayı postları, yakın bir zamana kadar bu hayvanların avlandığının önemli bir göstergesidir.


16- Mustafa Reis (KÖKVERİR) Kuşadası’nda yıllarca balıkçılık yapan, son yıllarını da gece bekçiliğiyle sürdürmüş yalnız yaşayan bir insandı. 1970’li yıllarda bir gün Ahmetbeyli kıyılarında bir arkadaşıyla avlanmaktaymış. Balıktayken içme suları bitince, su doldurmak için karaya çıkmışlar. Orman içindeki kaynağa su doldurmaya geldiklerinde, pınarın önünde yakaladığı keçiyi yiyen bir Kaplan(Anadolu parsı) görmüşler. Kaplan farketmeden son süratle tekneye doğru kaçmışlar. Aynı yere başka bir gün gittiklerinde tütün tarlasında çalışan işçilerle karşılaşmışlar. Onlarda Anadolu parsının sesinden çok korkup kaçtıklarını ve sularını dolduramadıklarını söylemişler.

Arsiv kayitlara ve yasanmis gercek hikayelere, kaldigimiz yerden devam ediyoruz..
BU SEFER,

ADANA VE CIVARINDAN: DOGU AKDENIZDEN KAYITLAR

Kadirli yoğunoluk köyü elmalı kayseri yaylasında daha önce belirttiğim gibi çatal ali adlı avcının 1940 larda kurt gölü mevkiinde avladığı 12 pars var bir de koyuncu durdu (yağız) ın 1930larda aynı mıntıkada kerim yücesinde avladığı bir pars kayıtı var (postlar mevcut değil)

-yine kadirlide sıtır köyü heyik mevkiinde 1960 lara ait bir avlanma kayıtı var postu adana saimbeylide
dörtyol bölgesinde çağlalık ta ve karayılan da sincan köyündemancık kalesinde avcı horoz ali avcı ibiş kaplankıranın babası ve amcaları tarafından avlanan 10 ,15 kayıt var ,
sarı sekide değirmendere köyleri tarafından avlanan 1960 lara tarafından avlanmış 3 veya 4 kayıt var(postlar mevcut değil)

-birde gaziantep nurdağı (kömürler) tandırlı köyü kalecik mevkiinde avcı izci vakkas tarafından biri avlanan biri de zehirlenen 2 pars var 1 adet post gaziantepte bir otelde
bunların hepsi çok yakın coğrafi bölgeler bunlar dışında bölgede( adana andırın kadirli dörtyol nurdağı) başka kayıta rastlayamadım

BİR PARS ANISI

kadirlinin tahta köyünde 1970 yılının son baharında muhtemelen kasım ayında henüz 10 yaşında bir çocukken her zaman olduğu gibi köyümüzden biraz uzakta davar yayıyordum akşama doğru davarların bir kısmının eksik olduğunu fark ettim babam beni döver diye çok korkup heyecanlandım hemen kaybolan davarlarımı aramaya koyuldum
aynı günlerde köyümüzde komşularımızın davarları geceleyin evden tuhaf bir şekilde kaybolmuştu davarlar sanki buhar olup uçmuştu köylüler; hangi vahşi hayvanın 60 kilo davarı alıp 3 metre bahçe duvarının üzerinden atlayabileceğ ini düşünüp tartışıyorlardı çok geçmeden kaybolan davarların kırıntıları ormanda ağaçların yüksek dallarında asılı olarak köylüler tarafından bulundu. davarların kırıntıları ağaçların dallarında ne geziyordu köylüler buna bir anlam verememişlerdi amcam Halil kösece bunu ancak bir kaplanın yapabileceğini söyledi Halil amcam bize koçlu köyüne bağlı elmalı kayseri yaylasından meşhur avcı çatal alinin heçkeren kalesinde 7 tane kaplan avladığını anlatırdı çatal alinin en son vurduğu kaplanın 11 ayak boyunda olduğunu söylerdi
Bu anlatılanları düşüne düşüne dokuzağaç mevkiine geldim artık hava kararmaya başlamıştı hava karardıkça daha çok korkuyor ve daha da çok hızlanıyordum amcamın anlattığına göre dokuz ağaç ve onun üstündeki yüce denilen yer; batıdaki aladağları doğuya bağlayan bir geçiş yeri idi. Dağlardaki Ayı kurt geyik domuz kaplan öşşek(kara kulak) vb bütün vahşi hayvanlar mutlaka dokuz ağaçtan geçip dırıla oradan da gavur dağına giderlermiş. bölgede insandan uzak en tenha yer burasıymış
İşte tam dokuz ağaç ta Korka korka aramayı sürdürürken birden şimdiye kadar hiç görmediğim bir hayvanla göz göze geldim Kirli sarı renkte, siyah benekli, uzun kamçı gibi bir kuyruğu olan ve gayet çevik bir hayvandı Ben heyecandan dona kalmıştım amcamım anlattığı , komşularımızın davarlarını yiyen bu hayvan olmalıydı hayvan büyük bir çeviklikle sıçrayarak gözden kayboldu
Hiç arkama bakmadan Koşarak eve gittim
Bir daha da o hayvanı gören duyan olmadı
NOT: yukarıda anlatılan yaşanmış olay Osmaniyede yaptığımız Anadolu parsı araştırmaları çerçevesinde görüştüğümüz m.akif Ersoy ilköğretim okulu matematik öğretmeni galip kösece tarafından anlatılmıştır kendisine teşekkürü borç bilirim Derleyen: Yusuf BİÇER

KADİRLİNİN MEŞHUR KAPLAN AVCISI ÇATAL ALİ’NİN HAZİN ÖYKÜSÜ
Kadirlinin Yoğunoluk köyü Elmalıkayseri yaylasında yaşayan bölgenin en eski ve meşhur avcısı olan Çatal Ali her zamanki gibi misafirleri ile heçkeren kalesinin oraya domuz geyik avına çıkar, hava kararmaya başlayınca yanındaki misafir avcıları köye gönderir.Mavzerini avcılara vererek ağızdan dolma çifteyi alarak misafirlerine kül kömbesi yedirmek için biraz kaya güvercini avlar.

İkindi namazının geçmekte olduğundan hemen çiftesini ve güvercinleri bırakarak teyemmüm abdesti alır, namaza durur. .Namazı kılarken büyük bir kükreme ve gürültü ile irkilir. Büyüklerinden duyduğu ejderha hikayeleri ile büyümüş Çatal Ali bu kükreme, bağırtı ve gürültünün ne olduğunu anlayamaz.

Kükreme ve homurtularla dağdan taşlar düşmektedir. Dolma tüfeği ile hemen fırlayarak ilerdeki ki büyük kayanın dibine yatar. Az ötede iki kaplan (Latincesi Pantera Pardus Tulliana , Anadolu parsı ) bir birileri ile boğuşmaktadır.boğuşma sırasında taşlar yuvarlanmakta ,ağaç ve çalıların dalları gürültü ile kırılmaktadır.Kaplanlar Çatal Ali den habersiz boğuşarak yuvarlanmaktadır.

İki gözünden biri çalışmayan ağızdan dolma çiftesinin içindeki kuş saçmasının üzerine acele bir tek kurşun atıp sıkıştırır . tek atış şansı olan Çatal Ali kaplanlardan üsttekine doğrultup iyice nişan aldıktan sonra ateş eder. Kaplanların üstteki erkek olanı o anda yere düşer. Çatal Ali bir ağacın arkasına saklanırken kamasını çekerek salavat getirip bekler. Alttaki yaralı kaplan yerde ölü yatan kaplana şaşkın şaşkın bakarak kükrer ve kaçarak oradan uzaklaşır.

Çatal Ali evde misafirlerini bekletmemek için hemen köye döner. Sabah erkende misafirlerini uğurlayıp kaplan avladığı yere döner. Kaplanın dersini yüzerken dün gördüğü diğer kaplan ilerde yüksek bir kayanın üzerinde heyirir. Çatal Ali onu da vurarak evine döner.
Postlardan 11 adım uzunluğundaki en büyük postu da çok sevdiği için kıramadığı arkadaşı Tevfik Coşkun’a hediye eder.
Çatal Ali daha sonraki yıllarda aynı mevkilerde 13 kaplan daha avlar. Kaplanın postlarından birini Elbistan'daki Şıh Hacı Mustafa Efendi’ye hediye eder.Postlardan 11 adım uzunluğundaki en büyük postu da çok sevdiği için kıramadığı arkadaşı Tevfik Coşkun’a hediye eder.bu post daha sonraki yıllarda Ali Saip beyin çiftliğine hediye gider . Ali Saip bey bu güzel postu çiftliğe Ankara’dan gelen bir milletvekiline hediye eder.
Hayatı boyunca binlerce ayı kurt domuz geyik avlayan ,Kadirlinin en eski ve meşhur avcısı olan Çatal Ali yaşlanır ölümüne yakın senelerce yatalak kalır, acılar çeker.

Çatal Ali'nin ölüm döşeğinde herkese öğüt olacak son sözleri :
CANIN BU KADAR TATLI OLDUĞUNU BiLSEYDİM HİÇBİR HAYVANA TETİK ÇEKMEZDİM olur.

Not : 1940 yılında yaşanmış bu öykü Anadolu Biyoloji tarihi araştırmaları çerçevesinde Osmaniye’de yaptığımız Anadolu parsı araştırmaları sırasında edindiğimiz Kadirlinin meşhur avcısı Çatal Ali’nin hazin öyküsüdür ve ölmeden önce oğlu öğretmen Mustafa Çatal tarafından kaydedilen kasetten aynen nakledilmiştir.

İlk baharda yaylalara göç eden yaylacıları meşhur meydan haymasında bir gün misafir etmeden göndermeyen misafirperver bir insan olan Çatal Ali sadece çeltik tarımı zararlısı domuzlara karşı Kadirlinin toprak ağaları tarafından her ay 10.000 fişekle desteklenen bir avcı başı yada kır bekçisi değildir. Bu kasette yer alan Çatal Ali’nin bizzat söylemiş olduğu Karacaoğlan türküleri ayrı bir araştırmanın konusudur. Bu kaseti bana ulaştıran sayın hocam Mithat Doğan’a teşekkürü borç bilirim.

Ayrıca Çatal Ali hakkında bize bilgiler veren ikiz İbrahim (Özçatal) amcamıza teşekkür ederim.

Daha sonraki yıllarda Çatal Ali’nin avladığı kaplandan bir tane de aynı bölgedeki Kerim yücesi mevkiinde avcı koyuncu Durdu (Yağız) da avlamıştır.bu tarihten sonra bölgede kaplan avı kaydına rastlanılmamıştır.

Orman Yüksek Mühendisi Erkan KAYAÖZ'ün Anadolu Biyoloji tarihi araştırmaları kitabında yer alan 1940 yılında Adana'nın Kadirli ilçesinde bir parsın vurulduğunu söyleyen avlanma kaydı Çatal Ali'nin avladığı pars kaydı olmalıdır

Anadolu parsının halen doğu Toroslarda özellikle Amanos (gavur dağı) dağlarında çok az sayıda yaşadığı tahmin edilmektedir.

Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7